Türkiye Yüzyılı; maddi ve manevi tüm unsurlarımızla yeni ufuklara giden, gelecek nesillerimize karşı da bir sorumluluk olarak gördüğümüz bir anlayışın tezahürüdür.
Heyecanlıyız. 21. Yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken, biz kendi yüzyılımıza başlıyoruz. Millet olarak Cumhuriyetimizin 100. yılına büyük bir heyecanla ve movitasyonla giriyoruz. Biz sade- ce 85 milyonluk bir nüfus değiliz. Yüksek bir medeniyet ve tarih biri- kimine, köklü bir devlet geleneğine sahip bir milletiz. Dolayısıyla, kendi yüzyılımızı bu birikime yakışır şekil- de, toplumun tüm dinamikleriyle, el birliğiyle inşa etmemek için hiçbir bahanemiz yoktur ve olmamalıdır.
Bugün Türkiye, tarihi misyonunu adeta yeniden hatırlamış, kendisine reva görülen yapay senaryoları bir kenara atmış hem bugünümüz hem de önümüzdeki ikinci yüzyılımız için ortaya güçlü bir vizyon koymuştur. Bundan yüz yıl önce şanlı bir mü- cadeleyle kurduğumuz Cumhuriye- timiz, bugüne kadar pek çok sına maya maruz kalmış, özellikle son 21 yılda her alanda yaşadığı gelişmelerle, kuruluş hedeflerine büyük ölçüde ulaşmıştır. Şimdi sıradaki he- def, bu vizyonu daha da ileriye taşı- yarak, kazanımları devam ettirmek, sağlamlaştırmak, yeni başarılarla taçlandırmak ve deyim yerindeyse sınıf atlamaktır. İşte “Türkiye Yüzyılı” tabiri, bu vizyonun ifadesidir.
Türkiye Yüzyılı; maddi ve manevi tüm unsurlarımızla yeni ufuklara giden, gelecek nesillerimize karşı da bir sorumluluk olarak gördü- ğümüz bir anlayışın tezahürüdür. 2200 yıllık devlet tecrübemizin, Anadolu’daki bin yıllık varlığımızın, bütün tarih ve medeniyet birikimi- mizin, yüz yıllık Cumhuriyet zemini- miz üzerine rafine bir şekilde inşası ve Türkiye’nin her anlamda küresel bir güç haline gelmesi hedefinin ifa- desidir.
Bu topraklar, gelişime, bilime ve teknolojiye uzak değil. Ecdadımız, İstanbul’un Fethi’nde kullandığı
teknoloji ile dünyada tüm dikkatle- ri üzerine çekmişti ve tüm yükseliş dönemi boyunca bu karakterini sürdürdü; Osmanlı toprakları ilmin, edebiyatın, kütüphanelerin anava- tanı haline geldi. İlerleyen zaman- larda bu alanlarda geri kalmanın be- delini gerileme ve çöküş dönemine girerek ödedi.
Millî Mücadelemizin, Kurtuluş Sa- vaşı’mızın ne büyük fedakarlıklarla verildiği, herkesin malumudur. Mil- letçe vatan, bayrak ve bağımsızlık aşkıyla, tarihe geçen bir mücadele verilerek Cumhuriyet kuruldu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah ar- kadaşlarının ortaya koyduğu gayret ve vizyon, dünyadaki pek çok mazlum millete de ilham kaynağı oldu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çık- mış, imparatorlukların yıkıldığı ve ulusalcılığın yükseldiği bir dünyada, 623 yıllık bir imparatorluğun baki- yesi olan bir ülkede, yeni bir cum- huriyet kurmak ve burada geleceğe ait bir vizyon belirlemek, bir ülkeyi yeniden inşa etmek ve ayağa kaldır- mak kolay değildir. Millî Mücadeleyi veren kadronun belki de en büyük başarılarından biri, bu vizyonu doğ- ru şekilde tarif edebilmiş olmaları- dır. “Muasır medeniyet seviyesine yükselmek” ve geçmişin bütün bi- rikimini içinde barındıran bir mil- let olmak, farklılıkları bir zenginlik olarak görüp tek bayrak altında bir millet kimliğini inşa etmek, bu yeni vizyonun çıktılarıdır. Anadolu top- raklarında neredeyse hiç olmayan sanayileşme çalışmaları başladı.
Birbiri ardına fabrikalar açılırken, dış politikada da büyük oranda denge siyaseti güdüldü. Yeni kurulan ülke ne yazık ki demokrasi sınavını da zor verdi. Ekonomi ve sanayi alanında atılan tüm olumlu adımlar, darbe dönemleriyle akamete uğratıldı.
Siyasi hayatın olağan çekişmeleri, kasıtlı olarak ve çoğu dış kaynaklı operasyonlarla köpürtüldü; ülkeyi bölecek ve demokrasiyi öcü gibi gösterecek bir seviyeye getirildi. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda mücadele ettiğimiz küresel güçler, kendi ayakları üzerinde durmak için çalışan bu genç cumhuriyete fırsat vermemek adına “darbe dönemleri” diye isimlendireceğimiz olay ve zaman örgüleri oluşturdular. Seçilmiş Hükümet 1960 Darbesi’yle devrildi. Başbakan Adnan Menderes ve yol arkadaşları Yassıada da kurulan sözde mahkemelerde yargılanarak idam edildi. Tekrar demokrasiye dönüldüğünde darbenin üzerinden henüz 11 yıl geçmişken 1971’de 12 Mart Muhtırası’yla demokra- si yolculuğu bir kere daha sekteye uğratıldı.
Darbeciler heveslerini almamış olsa gerek, aradan 10 yıl bile geçmeden, kanlı 1980 Darbesi ile demokrasi tarihimize kara bir leke daha geçti. “Bir sağdan, bir soldan astık” sözü, darbenin milli iradeye ve demokrasiye karşı bakışını tam olarak özetlemekteydi. 1980 Darbesi’yle siyasi partiler kapatılarak siyasi liderler yasaklı hale getirildi. Bir kez daha ülkenin kendi ayaklarının üzerinde durması ve politika üretmesi engellendi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, imparatorlukların yıkıldığı ve ulusalcılığın yükseldiği bir dünyada, 623 yıllık bir imparatorluğun bakiyesi olan bir ülkede, yeni bir cumhuriyet kurmak ve burada geleceğe ait bir vizyon belirlemek, bir ülkeyi yeniden inşa etmek ve ayağa kaldırmak kolay değildir.
Bu darbeler, sadece demokrasi ve toplumsal alanlarda tahribat oluş- turmuyordu. Ülkemizin üretimine, sanayisine, yatırımcısına, tarımına kısaca her alana olumsuz etki edi- yordu. Yine şer odakları terör ör- gütü, insanlık düşmanı PKK’yı bu topraklara musallat ederek ülke gündemine, yıllardır binlerce insanımızı kaybettiğimiz, şehit verdiğimiz terörle mücadele gibi bir meseleyi getirdi. 80’li yılların ve 90’lı yılların başlarında meydana gelen ekono- mik kriz, 90’lı yılların sonunda hükü- met krizleriyle birlikte tetiklenerek patlama noktasına geldi. Koalisyon hükümetleri, banka hortumlamalar, devalüasyonlar, ülkeyi bir çıkmaza sürüklemişti. Bu arada millet tarihe kara bir leke olarak geçen 28 Şubat Post Modern Darbesi’yle bir kez daha yüzleşti. Millet iradesi bir kez daha karanlığa mahkûm edilmek is- tendi. İnsan temel hak ve özgürlük- lerinin askıya alındığı, toplumun ye- niden dizayn edildiği, inançlarından dolayı insanların birçok zulme, bas- kıya maruz kaldığı, insanların eğitim hakkının elinden alındığı bir süreç yaşandı. Zaten ekonomik olarak sı- kıntı yaşanan bu dönemde yerli ve milli olarak ne kadar yola çıkan siya- si isim varsa hepsinin önüne engel- ler koyuldu. İstiyorlardı ki bu ülkeyi bu milletin evlatları yönetmesin. Ekonomik krizden çıkış yolunu yurt dışından ithal zihinlerle gerçekleş- tirmek istediler. 2001’de “Anayasa kitapçığı fırlatma krizi”, “Kara Çar- şamba” olarak tarihe geçen hadise bir de siyasi bir krizi tetiklemişti. Ülke böyle bir tablodayken girilen 2002 Seçimleri, bir anlamda birçok partiyi siyasi arenadan sildi.
Tam da bu dönemde, gelecekte Mil- li İradeyi yeniden ayağa kaldıracak bir lider adayı olarak gördükleri (ve tahminlerinde haklı çıktıkları) Recep Tayyip Erdoğan okuduğu bir şiir ne- deniyle mahkûm edilerek siyasi ya- saklı hale getirilmişti.
Cezaevinden çıkan Erdoğan yeni bir şeyler söyleyerek, milletin değer- lerinin ve iradesinin karşılık buldu- ğu yeni bir siyasi yapılanma olarak AK Parti’yi kurarak yeni bir hikâye yazmaya başladı. 2002 Yılından iti- baren, Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin siyasi macerası, tam olarak millet iradesinin ve beklentilerinin gücünün hikayesidir.
AK Parti’nin siyaset arenasında boy gösterdiği son 21 yıl, Türkiye’de pek çok değişimin yaşandığı bir dönem oldu. Yaşanan değişimlerin belki de en büyüğü, Türkiye’de vesayetin yerini büyük oranda millet iradesi alması olmuştur. Artık “millet dev- let için değil, devlet millet içindir” anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. “Darbeleri kabullenen ve hesaplaş- mayan” Türkiye, “darbelere dire- nen, hesaplaşan, sorumlularından hesap soran” bir yapıya evrilmiştir. AK Parti’nin hedeflerinden biri olan milletin iktidarında; eğitimden sağ- lığa, ulaşımdan altyapıya, sanayiden tarıma her alanda güçlü ayak sesle- ri duyulmaya başlandı. Elbette her şey bir anda pembeye dönmedi; Türkiye’nin bu yürüyüşü E-Muhtıra, parti kapatma, MİT Krizi, 17-25 Ara- lık Darbesi, Gezi Olayları, 6-8 Ekim olayları, 15 Temmuz FETÖ Hain Dar- be Girişimi gibi süreçlerle kesintiye uğratılmak istenmişti. Devlet millet kaynaşmasıyla yapılan bu yürüyüş- le bu süreçler, ülkeye ağır faturalar ödetse de bertaraf edildi.
Önemli yerli ve milli adımlar, Türki- ye’yi tarihi kodlarıyla buluşturmaya başladı. Bugün tarihi atılımlarla de- vam eden bir hikâye yazılıyor. Sa- vunma sanayideki yerlilik oranının %20’lerden %80’e çıkması, Mavi Va- tan iddiası, doğal gaz ve petrol ke- şifleri, yerli ve milli uçaklar, İHA’lar, SİHA’lar, füzelerin yanı sıra 60 yıllık bir hayal olan yerli otomobil olan ilk TOGG’un banttan indirilmesi bazı konu başlıklarından oldu.
Türkiye, yeni dönemde artık bölgesel ve küresel meselelerde diplomatik liderliğiyle, krizlerin çözümünde rol oynuyor.
Bu yeni dönemde yaşanan deği- şimin en önemli çıktılarından biri, eskiden dünyada “olmayan kriz- lerden” bile etkilenen Türkiye’nin, bugün dünyayı sarsan krizlerde bile ayakta kalabilen veya daha az etki- lenen bir yapıya kavuşması olmuş- tur. 2008 Global Ekonomik Kriz, tüm dünyayı etkileyen Covit-19 pan- demisi, Rusya-Ukrayna savaşı, gibi krizlerde Türkiye ayakta kalabilmiş, hatta Rusya-Ukrayna Savaşı netice- sinde oluşan Gıda Krizi’nde çözüm üreten ülke olmuştur.
Tüm bu küresel sorunlara rağmen Türkiye, ekonomide büyüme iddi- asını devam ettirdi, ihracatta, istih- damda rekor kırdı. Bundan 21 yıl önce 36 milyar dolar olan ihracat, son 12 ayda 253,5 milyar dolara ulaştı. Türkiye ekonomisi sağlam te- meller üzerine kurulması sayesinde büyüme, ihracat ve istihdam odaklı yeni ekonomi modeliyle, bu süreç- ten çok daha güçlü çıkılması beklen- mektedir.
Tüm bu 21 yıllık süreç içinde Türki- ye, attığı tüm yenilikçi adımları ko- rumak ve geleceğine yeni bir ivme kazandırmak adına çok önemli bir adım daha attı: Milletin iradesi ve onayıyla Cumhurbaşkanlığı Hükü- met Modeli’ne geçti.
Bu yeni hükümet modeliyle bir yandan her türlü vesayetten, koa- lisyonlardan, hükümet krizlerinden kurtulurken, diğer yandan da hızlı karar alabilen ve uygulayan, bürok- rasideki hantallığı önemli ölçüde gideren yeni bir yönetim yapısına kavuşmuş oldu. Her ne kadar biri- leri eski Türkiye özlemiyle yanıp tu- tuşsa da “parlamenter sistemi geri
getireceğiz” dese de bu kendileri açısından hayalden öteye gideme- di ve gidemeyecektir. Aziz Mille- timiz; 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri’ndeki tercihiyle, yeni sistemin devamı yö- nünde açık ve net bir irade ortaya koymuştur. Dünyada hiçbir bir mil- let, bir demokratik kazanımını geri vermemiştir. Hiçbir dünya ülkesin- de parlamenter sistemden krallığa geçilmediği gibi, başkanlıktan da parlamenter sisteme geçme örneği yoktur. Türkiye’de de millet iradesi, ilerleme yönünde kararını vermiştir. Bu iradeye saygı duymak, toplumun ve siyasetin tüm dinamiklerinin gö- revidir.
Türkiye, yeni dönemde artık bölge- sel ve küresel meselelerde diploma- tik liderliğiyle, krizlerin çözümünde rol oynuyor. Tahıl krizinin aşılması, savaşan iki ülkenin aynı masada buluşmasındaki özgül ağırlık, Av- rupa’da yaşanan enerji krizinin çö- zülmesinde merkez olma durumu, bunun göstergesidir. Birçok ülkenin resesyona girdiği bu dönemde, Tür- kiye’de çarklar dönüyor; istihdam, ihracat, üretim artmaya devam edi- yor. Bunda Cumhurbaşkanlığı Hü- kümet Sistemi’nin büyük bir etkisi oldu. Yeni sistem hem siyasi krizle- rin önüne geçti hem de yönetimsel anlamda parlamenter sistemdeki aksaklıkları ortadan kaldırdı. Türki- ye, güçlü liderlikle, tüm dünyanın verdiği sorunlarla etkin bir mücade- le alanı buldu. Eski sistemin hantallı- ğı, krizlere kapı aralamasının yerini, daha hızlı karar alabilen, istikrarlı, güçlü koordinasyon sağlayan bir yö- netim yapısı aldı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Mode- li, tartışmasız birçok olumlu yanıyla birlikte mutlaka daha da geliştirilip güçlendirilmelidir. Yeni modelde seçim sisteminde de yapılacak de- ğişikliklerle, dar bölge, daraltılmış bölge gibi sistemler tartışılmalı ve
milletin temsil gücü TBMM’de en yüksel şekilde yansıtılmalıdır. Güçlü vekil, güçlü parlamento, güçlü Cum- hurbaşkanlığı Hükümet Modelinin doğal sonucu olmalıdır. Aynı şekilde Güçlü Cumhurbaşkanı, güçlü vali de sistemin avantajlarından olan bü- rokrasinin azaltılması ve hızlı karar mekanizması için sistemin olmazsa olmazıdır. İllerin idari amirlerinin gücünü Cumhurbaşkanından direk alması, yürütmenin illerdeki etkisi- ni artırarak Cumhurbaşkanlığı Hü- kümet Sistemini daha işlevsel hale getirecektir.
Tüm bu tartışmalarla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Siste- mi, Türkiye Yüzyılı vizyonunun en önemli sacayaklarından biri oldu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Siste- mi’yle gelen %50+1 ne kadar tartı- şılsa da; demokratik çıtanın yüksel- mesine, samimiyetleri sorgulansa da bazı vesayetçi odakların milletin değerleriyle barışmalarına, seçim kazanma hırsıyla daha makul bir söyleme geçmelerine vesile oldu. Sırtını bürokratik ve darbeci vesaye- te dayayarak iktidar olmak isteyen- ler, bu tarzlarının bir karşılığı olma- dığını anladı.
Türkiye, yeni sistemle dünyada adeta kendi eksenini belirlemeye başladı. AB-ABD ekseninin yanı sıra Rusya, Çin, Afrika ve Asya’da denge- li ve sürdürülebilir ilişkiler kurarak yeni yüzyıla daha güçlü bir dış po- litikayla giriyor. Doğu-Batı arasında, tüm ülkelerle kendi milli politikala- rını ortaya koyuyor. Bu yeni ilişkiler, AB hedefinden vazgeçmek demek değildir. Bu söylem Türkiye’nin mil- let ve ülke menfaati doğrultusunda kendi iradesiyle karar vermesi, ba- ğımsız bir ülke olarak tarihi bir tavır takınması demektir. Türkiye; hiçbir devletin uydusu ya da eyaleti de- ğildir. Ülke menfaati açısından, Ana Vatan’da, Mavi Vatan’da ne adım atılması gerekiyorsa, hangi ülkeyle ilişki kurmak istiyorsa ona karar ve- riyor. Rusya ile Çin ile yeni sayfalar açıyor. Artık kendisine biçilen role mahkûm olan değil, artık rol üstle- nen, gündem belirleyen bir ülke var. Türkiye Yüzyılı, aynı zamanda bu ta- rihi duruş ve tavır demektir.
Cumhuriyetimizin son çeyreğinde önemli eksiklerimizi tamamladık, yeni yüzyıla altyapı olacak eğitimden sağlığa, ulaşımdan altyapıya sanayiye pek çok adım atıldı.
“Türkiye Yüzyılı” bir söylemden çok daha fazlasıdır. Türkiye Yüzyılı; asırlık hayallerin gerçeğe dönüşmesi, tari- hi hedeflere ulaşılması adına ortaya koyulan büyük bir vizyondur. Artık içine kapanan değil, atılım yapmayı sürdüren, dünyaya diplomasi der- si veren bir ülke var. Türkiye, New York’ta bulunan Türkevi’nde ade- ta dünyayı ağırlıyor. Cumhuriyetin asırlık birikiminden, kadim tarihten alınan ilhamla güçlü bir motivasyon ortaya koyuluyor. Türkiye, kuzeyin- den güneyine, doğusundan batısına tüm şehirleriyle Türkiye Yüzyılı’na hazırlanıyor. 85 milyon Türkiye Yüz- yılı’na hazırlanıyor. Bu yüzyıl kaybe- dilmemelidir.
Cumhuriyetimizin son çeyreğinde önemli eksiklerimizi tamamladık, yeni yüzyıla altyapı olacak eğitim- den sağlığa, ulaşımdan altyapıya sanayiye pek çok adım atıldı. Şimdi yeni bir dil, yeni bir söylem zama- nı. Şimdi, gönülden gönüle kurulan köprüleri çoğaltmak ve güçlendir- mek zamanı. Bu anlayış, yapılan tüm çalışmaları çok daha anlamlı kılacaktır. Bu iddianın maddi ve manevi tüm unsurları, bu kadim topraklarda yayılmaya devam edil- melidir.
“Yeni Anayasa”, “sürdürülebilir huzur ve istikrar”, “üretim”, “her alanda başarı”, “verimlilik”, “yeşil kalkınma devrimi”, “yerli ve millilik” önemli kavramlar. Türkiye Yüzyılı; Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadeleriyle, “gücün yüz- yılıdır, dijitalin yüzyılıdır, teknoloji- nin, bilimin yüzyılıdır, kalkınmanın yüzyılıdır, değerlerin yüzyılıdır, şefkatin yüzyılıdır.” Bunlar aslında tüm dünyanın ihtiyaç duyduğu önemli değerler. Türkiye Yüzyılı, bu kapsamda değerlendirildiğinde aslında dünyaya, özellikle küresel güçlerin sömürdükleri dünyaya da bir rehber mahiyetindedir. Buna her kesimin, iş dünyasının, sivil toplum kuruluş- larının, siyasi partilerin katkı sunması çok kıymetli. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın; “Gelin, Türkiye Yüzyılı vizyonunu birlikte oluştu- ralım, birlikte inşa edelim. Gelin, Türkiye Yüzyılı’nı yeni bir milli muta- bakat zemini haline dönüştürelim.” çağrısı da tarihi bir çağrıdır. Türkiye Yüzyılı vizyonu ülkemizde yaşayan tüm etnik kimlikler, fikirler, görüşler, sosyal kesimlerle birlikte iktidar ve muhalefetiyle, ihtiyaç duyacağımız bir Türkiye fotoğrafıdır. Ülkemizin yeni yüzyılının kaybetmemek, tarihi kazanımlarla taçlandırmak, her vatanseverin görevi diye düşünüyo- rum. Bir ülkenin geleceği, bir mille- tin kaderi; siyasi hırslardan, seçim kazanmaktan, geriye götüren sığ tartışmalardan daha önceliklidir. Biliyoruz ki tarihi meydan okumalar, büyük birliktelikler gerekir. Buna ihtiyacımız var. Çünkü bu yoldaki en büyük gücümüz, ayrıştığımız nokta- ları bir kenara bırakarak ülkemizin çıkarları için ortak paydada bulu- şabilmek, birlik ve beraberliğimizi daha sıkı bir şekilde ortaya koymak olacaktır.